Friday, December 6, 2013

Zaman...



zaman 1


Bazen, dünya duracak sanıyorsun, dönmeyecek bi daha. Ağaçlar çürüyecek, deniz kuruyacak, güneş hiç doğmayacak, rüzgar hiç esmeyecek...

Yada bir kez daha gülemem artık diyorsun, en sevdiğim krokanlı pastayı bile görsem mutlu olamam, hayattan tat alamam artık, almamalıyım da...Kaldığı yerden nasıl devam eder ki hayat, etmez diyorsun, edemez, mümkün değil. Onsuz ne kadar gereksiz bu telefon bile ...Her gittiğin yerde elin yine telefona gidiyor aylarca, aynı yerde olmasanız da oradaki bi güzelliği paylaşmak, aynı yerdeymiş gibi olmak adına, hep öyle yapardınız çünkü...

"Daha kırkındaymış, ne kadar da gençmiş!" dediklerinde yalnız karşındakini değil, tüm insanları parçalamak istiyorsun, hala bu dünyada oldukları için...Kendinle hesaplaşmaların zaten hiç bitmiyor...

Neden....Bu sorunun sonu gelmiyor, ve keşkelerin...

Ama sonu hiç bilmiyor ki insan, son telefon, son gülümseyiş, son kavga, son söz yada son ayrılık , hangisi en son olacak, nerede gelip bulacak bizi ölüm... Ve bir gün, o an apansız geldiğinde "birlikte yapacak daha ne kadar çok şeyimiz vardı!" cümlesi ağızlarda. Yarım kalıyor herşey, çünkü herşey hep yarım aslında...Hep devam edeceğini sanıyoruz oysa ki biz bu hayatın, sonsuza kadar varolacağız sanki...

"Kışın ardı bahardır..."

"Herşeyde bir hayır vardır..."

"Allah birini alır, ötekini verirmiş..." gibi onlarca özlü söz duyuyorsunuz çevrenizden.

Herkes üzgün, herkes ağlıyor. Çıkıp haykırmak istiyorsunuz şuursuzca bakarken hepsinin sıfatına, "hanginiz sevebilir onu benim kadar? " diye...İnsanlardan büsbütün soğuyorsunuz.

Rüzgar bir gün öyle ters bir yönden esti ki benim hayatımda, sonrasında depremler olacak, gerçekten kıyamet kopacak sandım. Nasıl devam edileceğini hiç tahmin edemedim, hiç düşünmedim çünkü....

Sildim hafızamdan çoğu ayrıntıyı sonrasında da, hatırlamak istemedim belki de bazı şeyleri...

Sonrası, sonrası korkunç...

Sonrası "Hayır, böyle değildi bu kız, dur bakalım" diyerek sabırla zamanın geçmesini, yoğun bakımdaki hastanın gözlerini açmasını beklediği gibi bekleyen eşimin marifeti...Hiçbişeyimizi kolay elde etmedik ki biz, birbirimizi bile...

Aylarca tüm insanlardan nefret ettim, gittim kapkara perdeler aldım evime, herkesin annesini kıskandım durdum kendimce, hoş hala da kıskanıyorum..."Annem..." diye başlayan cümlelerden nefret ediyorum. "Niye bizi bu kadar çabuk ayırdın Allahım" diyorum...

Anneannemi kaybettiğimizde yetmişini geçmişti. Durmadan namaz kılıp dualar okuyan, evlatlarını terazinin farklı kefelerinde tartan, kendini çok seven, bizi de pek o kadar sevme zahmetine girmemiş bi kadındı. Yokluğu annemde nasıl bir acı bıraktı bilmiyorum ama söylediği hep "Annelik yapmasaydı yine de, oracıkta yaşadığını bilseydim keşke.." olurdu. Annelik başka bişeymiş çünkü, her doğuran anne olamıyormuş anladım. Sonsuz bir sevgi, özveri, canından canmış, benim kolum kopsun da onun canı yanmasınmış annelik...

Bizdeyse durum çok farklıydı...Annemi, hayatımın en temel kaynağını kaybetmiştim ben...Katlanması, alışması, yaşamaya çalışması ve elbette yeni bir yaşam kurması hiç kolay olmadı. Toparlandım, kendime geldim, bunun en büyük nedenini eşimde gördüm çünkü... O beni hiç bırakmıyordu, bana güveniyordu, beni seviyordu, hayatını benimle birleştirmişti. Bense, hayatta herkesin hep dimdik görmeye alıştığı Melikeydim, ama bu kez çökmüştüm, üstüme dağlar yıkılmıştı, kalkamamıştım altından...

Sen sevgili eşim, hep değer verdin bana, annem tanısa seni, görse bu yaptıklarını seni daha çok severdi benden dedim içimden yüzlerce kez...Hiç yaşayamayacağım bir durumu kıskandım sayende defalarca. Nasıl iyi anlaştığınızı hayal ettim ve de...Bıkmadan usanmadan yüzlerce kez aynı hayalleri kurdum ben seninle. Ve çok mutlu oldum yanında, kendime güvendim hep, "korkusuzluğum" oldun benim...

Yokluğunda terliklerinin şeklini, pijamasının katlanışını bile bozmaya kıyamadığım adam, hayata tutunmamı sağlayan kocaman yürekli, kocaman insan...Annem, babam, abim, arkadaşım, sevgilim, can yoldaşım...Hepsi oldun bana, kızımıza baba oldun sonra...Ne çok yakıştırdım sana babalığı, nasıl sevdim sizi yolda yürürken arkanızdan baka baka...

Son iki buçuk yılımsa iyileşmenin en hızlı yaşandığı yıllar oldu aslında. Kızım, kızımız kopmaz bağlarla bağladı beni hayata...Kabuk bağlamış tüm yaralarımı söküp attı son bir defa... İzleri...Kaldı elbette...Ama varoluşumuzun bundan ibaret olduğunu, yaşamak denen şeyin ve bu dünyanın kocaman yalanını bu sayede öğrendim. Yaşama dair hayal ettiklerim bundan 10 yıl önce ne kadar farklıydı, yaşamakta olduklarımsa bambaşka...

Her gün, her anım için şükrediyorum Allaha, ama özlüyorum işte, elimde değil, çok özlüyorum ve arıyorum seni... Bazen rüyalarımdan sıçrayarak uyanıyorum, seni aramaya çalışıyorum ama numaran hafızamda değil, deli oluyorum. Uyanıp bir süre daha düşünüyorum ama bir türlü hatırlayamıyorum ve soruyorum beynime, bunu neden sildin, ne zorun var benle diye...

Anlamak mümkün değil bazı şeyleri...Anlayamıyorum aslında, hala şu anki sensizliğimin nedenini bulamıyorum...

Her yıl bugünü saat saat yaşıyorum, hep aynı tekrar, hep aynı yıkılış, sonsuz çaresizlik Rabbimin karşısında...Değişmiyor hiçbirşey, yokluğunu da azaltmıyor...

Koşup kucağına oturmak, sarılmak sıcaklığına yine, " annem, kıvırcık kuzum, zeytin gözlüm..." deyişini duymak ve haykırmak delicesine

SENİ ÇOK ÖZLÜYORUM, YOKLUĞUNA Bİ TÜRLÜ  ALIŞAMADIM ANNE....

No comments:

Post a Comment